Sözleşmenin Şafağı: Viyana’da Bir Ders ve Sessiz Bir Görev
Sözleşmenin Şafağı: Viyana’da Bir
Ders ve Sessiz Bir Görev
Ludwig von
Mises, Socialism; An Economic and Sociological Analysis, 1922, s.87-110
ve Vicente
Moreno- Casa, “Ludwig von Mises as Feminist Economist”, 2021 makalesinden
esinlenerek Google Gemini yardımıyla öykü tarzında yazılmıştır.
Ercan Eren
Viyana, 1922 yazıydı. Tuna’nın nemli havası, Profesör Ludwig
von Mises’in çalışma odasının pencerelerinden süzülüyordu. Önünde, yeni
yayımlanmış eseri, Socialism: An Economic and Sociological Analysis'in
mürekkebi kurumamış sayfaları duruyordu. Masasının üzerindeki lamba, onun
keskin, eleştirel gözlerini aydınlatıyordu.
Mises, pencereden dışarı bakarken derin bir nefes
aldı. Büyük eserinin başarısına rağmen, kendi akademik hayatının zorluğunu
çok iyi biliyordu. Akademik başlangıcı meşakkatli olmuş, prestijli pozisyonları
kolayca elde edememişti.
Ancak bu kurumsal direnç, onu temel inancından
alıkoymamıştı. Aslında, kadınların eğitimi ve yükselişi konusundaki
duruşu, onun akademik çevreye karşı duruşunun kişisel bir aynasıydı. Resmi
akademi kadınlara kapalıyken, Mises, daha 1907’de Viyana Ticaret Akademisi'nde kız
öğrencilere ekonomi dersi vermeye başlamıştı. Üniversitenin Hukuk Bölümü
kadınları 1919'da kabul etmeden çok önce, Mises'in ilk öğrencileri onlardı.
Onun özel seminerleri de birer özgür düşünce
yuvasıydı. Seminerin ilk konuşmasını Elisabeth Ephrussi gibi bir kadının
yapması, bir tesadüf değildi. Helene Lieser, Ilse Mintz, Bettina Bien Greaves
gibi iki nesil Avusturya Okulu kadın iktisatçısı, Viyana'dan New York'a kadar
onun öğrencileri ve meslektaşları olmuştu. Mises, "genç kadın
entelektüelleri aktif olarak destekleyen, lider konumdaki birkaç erkekten
biriydi." Bu, onun klasik liberal kadın özgürlüğü ve hakları
mefhumunun pratik bir uygulamasıydı.
Mises, işte bu inançla Bölüm IV: Sosyal Düzen ve
Aile'nin sayfalarını çevirdi. Geleneksel ahlakçıların ve sosyalist
ütopyacıların aksine, o, kadın-erkek ilişkisini ne romantik bir şiir ne de
politik bir ajitasyon olarak görüyordu; o, ekonomik ve hukuki bir yapı
olarak görüyordu.
Birinci Sahne: Kaba Gücün Zincirleri
Mises, kalemini alıp kitabının kenarına notlar
düşerken, zihninde tarihin gölgesi canlandı: Şiddet Çağı.
Bir kadın silueti, yüzlerce yıllık ataerkil bir
gökyüzünün altında ezilmişti. O bir "hak" değil, "mülk"tü.
Evlilik, gönüllü bir birliktelikten çok, mülkiyetin devri anlamına geliyordu.
Yasa, kaba kuvvetin hizmetindeydi. "Erkek güç sahibidir, dolayısıyla hak
sahibidir," diye düşündü Mises. "Kadının iradesi, ona sahip olanın
iradesine tabidir."
Sosyalistlerin "kapitalizm kadını
köleleştirdi" eleştirisine karşı Mises kaşlarını çattı. Hayır. Kadını
köleleştiren, mülkiyetsizlik ve hukukun yokluğuydu. Köleliğin asıl nedeni, piyasanın
ve bireysel hakların yokluğuydu.
İkinci Sahne: Sözleşmenin Devrimi
Mises, kalemiyle bir sonraki bölüme, "Sözleşme
Fikrinin Etkisi Altında Evlilik" başlığına geçti. İşte asıl devrim
buradaydı.
Odasının penceresinden dışarı bakarken, Mises'in
gözleri, bir zamanlar ekonomi öğrettiği o parlak zihinli kız öğrencilerin
başarısını görüyordu. Onlar artık sadece bir hanenin uzantısı değildi; kendi
seminerini kurmuş, akademik makaleler yazan, iş dünyasında yer edinen
kadınlardı.
Mises’e göre, bu dönüşümü sağlayan ne duygusal
fermanlar ne de siyasi vaatlerdi. Yapan, Liberalizm ve Kapitalizmdi.
Serbest piyasa, kadına erkeğe bağımlı olmadan kendi ekonomik değerini yaratma
fırsatı vermişti. Sözleşme hukuku, evliliği bir "statü"den, yani
zorunlu bir hiyerarşiden, iki eşit tarafın karşılıklı rızasına dayanan bir "sözleşmeye"
dönüştürmüştü.
"Feministlerin asıl müttefiki piyasadır," diye düşündü. "Piyasa, statüye
değil, üretkenliğe bakar. Güce değil, değere bakar." Bu yüzden, kadınların
özgürleşmesi bir "kadın sorunu" değil, evrensel özgürlük ilkesinin
bir zaferiydi.
Üçüncü Sahne: Sosyalizmin Tehlikesi
Mises, kitabın son kısmına, "Serbest Aşk"
ve "Fuhuş" hakkındaki bölümlere geldiğinde sesi sertleşti.
Eğer özel mülkiyet ve ekonomik bağımsızlık ortadan kalkarsa, kadın tekrar
devlete veya komüne bağımlı hale gelecekti.
Fuhuşu bir ahlaki yozlaşma değil, bir ekonomik çıkmaz
olarak görüyordu. Sosyalizm, ekonomik seçenekleri yok ederek, kadını bir kez
daha savunmasız bırakacaktı.
Dördüncü Sahne: Miras
Ludwig von Mises, koltuğunda geriye yaslandı. Odası
sessizdi. Onun felsefesi, bir prensipler feminizmiydi. Kadın, birey
olarak rasyoneldir. Ve bu rasyonel birey için en büyük özgürlük, piyasaya
tam, engelsiz ve özgür bir erişimdi.
O, bu özgürlüğü teoride savunmuş, seminerlerinde
desteklemiş ve bir kız okulunun tahtası önünde, sessiz bir görevle, hayata
geçirmişti. Sözleşme felsefesinin kaba kuvveti yendiği, özgürlüğün şafağı
yükseliyordu.
Yorumlar
Yorum Gönder