Kartalın Uçuşundan Vazgeçmek: Marshall'ın İkilemiyle Yarım Kalan Feminist Proje
Kartalın Uçuşundan Vazgeçmek:
Marshall'ın İkilemiyle Yarım Kalan Feminist Proje
Peter
Groenewegen’ın a Soaring Eagle: Alfred
Marshall 1842-1924 (Süzülen Bir Kartal:
Alfred Marshall 1842-1924), 1995, s.493-530 kitabından esinlenerek, Google
Gemini yardımıyla öykü tarzından yazılmıştır.
Ercan Eren
Rüzgâr, Cambridge’in meşhur "Backs" (Nehir
arkası) bölgesindeki söğüt ağaçlarını hışırtıyla okşarken, Alfred Marshall
pencereden boşluğa bakıyordu. Takvim 1892 yılını gösteriyordu; Principles of
Economics 'in dördüncü baskısı yeni çıkmıştı ve Marshall, zirvedeydi. Ancak
ruhunda, kâğıt üzerindeki denge gibi, iki farklı ses çarpışıyordu.
Elinde, on dokuzuncu yüzyılın sonlarında bir kadın
ekonomist için alışılmadık bir mevki olan Newnham College’deki ders programını
düzenleyen eşi Mary Paley Marshall’ın notları vardı. Mary, sadece hayat
arkadaşı değil, aynı zamanda Cambridge'deki ilk kadın ekonomi öğrencisi, erken
dönemdeki ders ortağı ve en sert eleştirmeniydi.
I. Mirasın Zincirleri ve İlk Işık
Alfred, çocukluğuna kaydı. Babası William Marshall,
otoriterliği ile nam salmıştı; öyle ki, "Erkeklerin Hakları ve
Kadınların Görevleri" başlıklı bir risale bile yazmıştı. Bu "kalıtsal
hâkimiyet" mirasından kaçış, anne ve teyzelerinin koruyucu şefkatli
kollarıyla başlamıştı. Annesinin babanın hiddetinden koruduğu anlar,
Teyze Louisa'nın okulun baskıcı atmosferinden kurtardığı Devon tatilleri,
zihninin en değerli anılarıydı.
Genç Alfred, bu kadınların etkisiyle, akademik
hayatının en ilerici adımını atmıştı: Cambridge’deki kadınların yükseköğrenim
hareketine aktif destek vermek. Mary Paley'i, daha sonra evleneceği o
"dördüncü zorlu kadını," ekonomi dersi verdiği ilk kadın
öğrenciler arasından seçmişti. 1877’deki evlilikleri, yalnızca kişisel bir bağ
değil, aynı zamanda "sıra dışı bir ortaklığın" başlangıcıydı.
Mary, onunla birlikte ortak kitapları The Economics of Industry' yi
yazmış, fikirlerini tartışmış ve Alfred’in "Manastırvari" olan eski
kolej hayatına bir canlılık katmıştı.
Hatta Amerika'dayken, bir Unitarian evlilik töreninde kadınların
"itaat etme" vaadinin kaldırılmasına duyduğu coşkuyu anımsıyordu.
İşte o genç Alfred, tam bir liberal idealistti.
II. Bristol'ün Göz Yaşartan Dönüm
Noktası
Ancak bu liberalizm, 1877’de evlenip Cambridge’den
ayrılmak zorunda kaldıklarında, Bristol’daki yedi yıl boyunca ağır bir sınavdan
geçti.
Bristol Üniversitesi Koleji’nin Müdürlüğü,
Marshall’ı hayalini kurduğu teorik çalışmalardan alıkoymuştu. Entelektüel bir
ilerleme olması beklenen bu dönem, bir "sürgün" ve "idari
angarya" yüküne dönüşmüştü. 1879’daki "zayıflatıcı hastalık"
bu yükü ağırlaştırdı.
En kritik olay, annesi Rebecca’nın 1878’de ani
ölümüydü. Annenin son anlarında ne Alfred ne de kız kardeşleri yanındaydı;
ölümü kayıt altına alan kişi, zar zor imza atabilen bir hizmetçiydi. Ailesinin
en koruyucu figürünün bu kadar yalnız ölmesi, Marshall’ın zihninde kadınların
"ailevi görevleri" konusunda bir deprem yarattı. "Eğer kız
kardeşlerim orada olsaydı, bana zamanında haber verilirdi," diye düşündü.
1880'de, Yüksek Öğrenim Komisyonu'na ifade verirken
artık sesi değişmişti. Kadınların yükseköğrenimi konusundaki eski coşkusundan
eser yoktu. Şöyle diyordu: "En iyi kadınlar genellikle, ailelerinin
zamanlarının bir kısmına ihtiyaç duyduğu kadınlardır… Evlerini şenlendirirler,
küçük erkek ve kız kardeşlerini eğitirler." Artık Marshall’a göre, üstün
zekâlı kadınların görevi üç yılını Cambridge’de geçirmek değil, aile
ocağında "evin meleği" olarak hizmet etmekti.
Bristol'daki ders deneyimi de bu görüşü besledi: Kendi
yönettiği, iş adamlarından oluşan akşam sınıfları, Mary’nin çoğunlukla
kadınlardan oluşan gündüz sınıflarından daha "ciddi" görünüyordu. Bu
durum, onu, cinsiyete dayalı bir eğitimsel işbölümünün "doğal"
olduğu sonucuna götürmüştü: Kadınlar, kadınlara temel bilgileri öğretmeliydi;
erkekler ise erkeklere ileri düzey teoriyi.
III. Bilimin Kalkanı ve Sonsuz
Çelişki
Marshall, bu toplumsal geri çekilmesini bilimsel bir
temele oturtmaya çalıştı. Darwin’in İnsanın Türeyişi eserine
daldı. Orada, erkeklerin entelektüel açıdan kadınlardan üstün olduğunu okudu;
bu farklılığın eğitimle bile giderilemeyeceğini, çünkü erkeklerin sürekli "şiddetli
bir mücadele" içinde olmasının zihinsel güçlerini artırdığını gördü.
Artık elinde bir kalkan vardı: Evrimsel bilim.
Kadınların tam vatandaşlık veya üniversite derecesi taleplerine karşı çıkarken,
"bilimin bulgularına," yani kendi yorumladığı eugenics (öjenik,
ırk ıslahı) ilkelerine işaret edebilirdi. Ona göre, ırkın ve ulusun
ilerlemesi, kadınların biyolojik olarak belirlenmiş rollerine, yani ev içi
görevlere odaklanmasıyla sağlanırdı.
Pencereden baktığı Cambridge’de, kendi eylemleri bir
paradoksu fısıldıyordu. Bir yandan karısına bir ekonomist olarak kendi alanını
yaratması için imkân tanımış, diğer yandan Joan Robinson gibi bir kadının ekonomide
"yapıcı iş" yapabileceğine dair inancını kaybetmişti. Mary,
kocasının biyografisini yazarken, onun kendisi için yarattığı baskıyı şu
sözlerle hafifletecekti: "Alfred... kendisi için yapmaktan hoşlandığı işi
bir başkasının yapmasını istemedi."
Alfred Marshall, gerçekten de Groenewegen’in dediği
gibiydi: "Göreceli olarak kibar bir kadın düşmanı" ve
muhafazakâr bilimsel inançların kurbanı. O, yükselen bir kartaldı, ama kendi
kanatlarını kestiği bir feministti; aydınlanmacı bir geçmişin ve gelenekçi bir
geleceğin ortasında, yarım kalmış bir Feminist Manqué olarak tarihe
geçmişti.
Epilog: Camgözün Ardındaki Gölge
Yıllar geçti. Alfred Marshall, 1924'te hayata
gözlerini yumduğunda, Mary Paley Marshall eşi için yazdığı biyografik notlara
başladı. Geriye dönüp baktığında, gençlik aşkının büyük bir ekonomist ve
karmaşık bir insana nasıl dönüştüğünü görüyordu.
Mary, notlarını yazarken bir an durdu. Aklına,
kocasının 1903'te Cambridge'deki kadınlara derece verilmesi tartışmasındaki
şiddetli muhalefeti geldi. Alfred, kadınların zihinsel olarak erkeklerden aşağı
olduğunu öne süren "kalıtsal hâkimiyet" inancının arkasına
saklanmıştı.
Kalemi elinden bıraktı. Marshall'ın tüm ömrü boyunca
savunduğu, "temsilci firma" gibi kusursuz denge modelleri,
onun kendi kişisel hayatındaki denge yokluğunu gizlemişti. O, tüketici
ve üretici kararlarının kesiştiği o mükemmel denge noktasını (arz ve talebin
camgözü) bulmuştu, ama kendi ruhundaki ilerici arzu ile baskın toplumsal
normlar arasındaki kesişim noktasını asla bulamamıştı.
Mary, yıllar sonra bir meslektaşının, Joan
Robinson'ın çığır açan eseri The Economics of Imperfect Competition'ı
gördüğünde söylediği sözü fısıldadı:
"Alfred, kadınların ekonomide 'gerçek yapıcı iş'
yapamayacağı konusunda ne kadar yanılmış."
Bu cümle, Marshall'ın hayatının epiloğuydu.
O "kalıtsal hâkimiyeti," sevgi ve
takdirle geçen kırk yedi yıllık evliliğe rağmen, bir gölge gibi kalmıştı.
Alfred Marshall, kadınların uçabileceği inancıyla kanat çırpmış, ancak kendi
zihnindeki zincirleri kıramadığı için, Yarım Kalmış Bir Kartal (A Soaring
Eagle, a Feminist Manqué) olarak kalmıştı. Onun dehası ekonominin sınırlarını
çizmişti; ancak kendi zihninin sınırlarını çizmekte başarısız olmuştu.
Mary gülümsedi. Biyografiyi yazmaya devam etti.
Sonuçta, o bir eş, bir çalışma ortağı ve bir ekonomistti. Marshall'ın
yaşamındaki en büyük çelişki, onun en yakın ortağı tarafından
sonsuzluğa aktarılıyordu.
Yorumlar
Yorum Gönder