İki Aşk, Tek Misyon: Beatrice'in İkilemi
🎭 İki Aşk,
Tek Misyon: Beatrice'in İkilemi
Ercan Eren
David
Reisman, Sidney and Beatrice Webb, 2022, s.3-22 ‘den esinlenerek, Google
Gemini yardımıyla öyküleştirmeye çalışılmıştır.
Joseph Chamberlain: Göz Kamaştıran
Despot
Beatrice Potter, sadece hoş bir çehreden ibaret
değildi; o, en çetin sohbetlerde bile zekasıyla dimdik durabilen, cemiyetin en
güçlü ve zengin isimlerinin arasında rahatça dolaşan bir kadındı. Doğal olarak,
talipleri sosyal çevrenin en arzu edilenleri arasından çıkmıştı.
Ancak, kalbini ve zihnini gerçekten meşgul eden tek
ciddi aday, Joseph Chamberlain'dı. Bu adam, yalnızca radikal bir
politikacı ve varlıklı bir sanayici değil, aynı zamanda kararlılığın timsali
bir reformcuydu. Birmingham'ın belediye başkanlığı döneminde (1873-1876), kamu
hizmetlerini adeta bir "gaz ve su sosyalizmi"ne dönüştürmüş,
"Yüksek Vergiler ve Sağlıklı Bir Şehir" sloganıyla reformlarının
arkasında durmuştu. Liberal Parti'nin yükselen yıldızı, Ticaret Kurulu Başkanı
(1880-1885) ve geleceğin potansiyel Başbakanı olarak gösterilen Chamberlain,
zirvedeki yerini pekiştirecek bir eş arıyordu.
Aslında kaderin cilvesiyle, eğer Chamberlain "üç
dönüm arazi ve bir inek" gibi popülist politikalarından ve serbest
ticaretten korumacılığa dönüşünden kaynaklanan feci bir siyasi dönüş
yapmasaydı, Beatrice bir Başbakan eşi, Neville Chamberlain’ın üvey annesi ve
Highbury malikânesinin hanımı olabilirdi.
Bu aralıklı flört, Beatrice yirmi beş, iki kez dul
kalan Chamberlain ise kırk yedi yaşındayken, 1883'ten 1887'ye kadar tam beş yıl
sürdü. Beatrice, yıllar sonra bu yoğun tutku dönemini "hayatımın
felaketi", kendisini "yaralı, korkunç derecede yaralı"
bırakan "kara bir kabus" olarak anacaktı. Siyasette ortak bir zeminde
buluşuyorlardı: yoksullara duyulan ilgi, rantiyeye karşı nefret ve genel oy
hakkına bağlılık. Mizaç olarak da Beatrice, onun "erkeklerin lideri ve
kontrolcüsü" gibi üstün niteliklerine hayran kalmıştı.
Fakat onları ayıran da tam olarak bu görkemli
niteliklerdi: Chamberlain, "neredeyse üstün bir enerjiye, kişisel
çekiciliğe, tek kelimeyle erkek gücüne" sahipti. Beatrice, itiraf
ediyordu: "Duygusal doğamı anında domine etti ve gizli tutkumu uyandırdı.
Ancak zekâm sadece özgür kalmakla kalmadı, aynı zamanda onun etkisine karşı
açıkça düşmanca davrandı."
Beatrice'in zekası, eşinin itaatkâr olmasını bekleyen
doğal bir otokratın "mutlak üstünlüğüne" direniyordu. O,
Chamberlain'a "doğamın en kötü kısmı" tarafından çekilmiş olsa
da, aynı doğa sonsuza dek "kendi içinde savaş halinde" olacaktı.
Fikir sahibi ve hoşgörüsüz bir "coşkun ve bir despotla" evlenmek,
ondan tüm benlik duygusunu çalacaktı: "Tüm neşe ve keyif benden gidecek.
Amaçları benim amaçlarım olmayan, bana tüm düşünce özgürlüğünü reddedecek bir
adamın hayatına dahil olacağım."
Bu kayıp, düşünülemeyecek kadar büyüktü. Chamberlain'a
ne denli aşık olursa olsun, misyonunu feda edip sadece bir "boş zaman
hanımı" olmaya razı değildi. Beklemekten yorulan Chamberlain, 1888'de
kendisinden yirmi üç yaş küçük olan Mary Endicott ile evlendi. Mary'nin, üretim
yapmadan tüketen bir adama sadık takipçi olmaya dair ahlaki bir itirazı yoktu.
Gençlik sona ermişti. "Mutluluğa yönelik
çaresiz pençeler... görünüşe göre başarısızlığa mahkumdu." Beatrice, "tutku
ayaklarımda, ölü yatıyor" hükmüne vardı ve kendini çalışmaya adadı.
British Museum'daki Kütüphane, artık onun sığınağıydı. 1891'de yayımladığı Büyük
Britanya'da Kooperatif Hareketi adlı eseri, onun yeni yolunun ilk
meyvesiydi. Tam da bu sıralarda, hayatına Sidney Webb girdi.
Sidney Webb: Zekânın Galibiyeti
Beatrice, Sidney Webb'in Fabian Denemeleri'ndeki
bölümünü okumuş ve onun "tarihsel duyarlılığına" hayran
kalmıştı. Yollarının kesişmesi bir rastlantı değil, entelektüel bir çekimdi.
1889'da kooperatif araştırması için onu aradı ve 1890'da Glasgow'daki
Kooperatif Kongresi'nde tekrar bir araya geldiler. Kısa sürede, ortak bir
sendika hareketi projesini tartışıyorlardı. Bir Fabian ve sağlam bir sosyalist
olarak Sidney’in tavsiyelerinin ideolojik açıdan değerli olacağını biliyordu.
Ancak, günlerini "Saçını başını yolma, hanım" gibi şeyler
söylemeye eğilimli, Londralı aksanıyla konuşan biriyle sonlandıracağını hiç
düşünmemişti.
Beatrice, günlüğünde onu "kaderimin adamı
olacak büyük kafalı küçük figür" olarak tanımlıyordu. Fiziksel olarak
çekici değildi: "Yahudi burnu, belirgin gözleri ve ağzı... biraz Londralı
bir serseri ile Alman bir profesör arasında," diye not etmişti. Sidney
Webb, "çok küçük ve çirkin," "şişkin gözleri, gür
bıyıkları," "kare kesimli kısa sakalı" ile adeta bir "garip
hilkat garibesiydi." Chamberlain, bir film yıldızı gibi yakışıklı ve
sosyal becerilere sahipken, Sidney Webb ise "bir Napolyon'un amaçlarına
sahip bir Londralı perakendeci" gibiydi; parasız, sosyal konumu olmayan...
Beatrice, onun "minik iribaş vücudu, sağlıksız cildi, tavır eksikliği,
Cockney telaffuzu" karşısında neredeyse gülme krizine giriyordu.
Ancak arkadaşlık, görünüşten ibaret değildi. Beatrice,
kaba bir elmas gördüğünde onu hemen tanırdı. Sidney'in kısa sürede keşfettiği
gibi, "ansiklopedik" bilgiye, olağanüstü bir hafızaya ve
kolektivist davaya "gerçek bir inanca" sahipti. Beyni
durmaksızın çalışıyordu; elinde asla kitapsız veya kalemsiz olmazdı. O, "belgesel
araştırma için eşsiz bir yeteneğe" sahip, "komşularından her
zaman daha hızlı düşünen" bir dehaydı.
Beatrice, onu bir "sosyal mühendis olarak
takdire şayan" görüyordu, ama aynı zamanda karizma ve popüler bir
liderin vasıflarından yoksundu. Liderlik hırsının olmaması ise bir avantajdı:
"Popüler onayı sevmez; bu onu sıkar... İdeal **'masa başı
adamı'**dır." O, arka odaların perde arkasındaki gücü (éminence grise)
olacaktı, "İşçi Partisi'nin Zekası."
Kişiliği zekasını tamamlıyordu. Dengeli, eleştiriye
kayıtsız, "tamamen benliksiz" idi. Sidney son derece
"sağduyulu, kişisel harcamalarda ekonomik, kibir veya büyük iştahla
rahatsız olmayan" biriydi. O ayakları yere basan, mantıklı olandı.
Beatrice ise duygusal, sabırsız ve huysuzdu. Beatrice, onun eksik olduğu sosyal
konuma ve finansal yastığa sahipti. Birbirlerinin en iyi yönlerini ortaya
çıkardılar. Ancak, bu sonsuza dek "Güzel ve Çirkin"
olacaktı.
Sidney, baştan beri Beatrice'e vurulmuştu. 1890'un
sonunda kendini "derin bir aşk içindeki bir adam" olarak tanımlıyor,
Beatrice'i Dante'nin Beatrice'i, Goethe'nin ewig Weibliche'si (ebedi dişil)
olarak görüyordu: "Sen benim için Güneş'sin ve tüm işlerimin
kaynağısın." Beatrice ise ona beklemesini ve çalışmaya odaklanmasını
söylüyordu.
Nihayet 1891'de nişanlandılar. 1892 yılının Ocak
ayında babasının ölümü Beatrice'i birincil bakıcısı olma sorumluluğundan
kurtardıktan sonra, Temmuz ayında St. Pancras'ta sivil bir törenle evlendiler.
Sidney 33, Beatrice 34 yaşındaydı. Webbler, balayını nerede mi geçirdi?
İrlanda'daki işçi ilişkilerini ve Glasgow'daki İşçi Sendikaları Kongresi'ni
inceleyerek.
İki Kişi Bir Oluyor: Webb Firması
Bu, sosyalizmde kurulmuş bir evlilikti.
Bazıları zevk için evlenirken, Webbler ev ocağından bütün topluluğa yayılan özveri
nedeniyle bir araya geldi. Beatrice, evliliği "soğukkanlı bir
hesaplama," "ortak yarar için özveri" için bir maliyet-fayda
yatırımı olarak görmüştü. Sidney, onun "Webb firması" nda ideal
işbirlikçisi olacaktı. Bu, "ortak bir inanca dayanan çalışan bir
yoldaşlık" olacaktı ve amaç toplumun refahını teşvik etmekti: "Evliliğimiz
yoldaşlığa dayanacak. Dürüstçe tek bir arzumuz var: ortak refah."
Romantizmin aksine, evlilikte üç taraf vardı ve bu üçünden Webbler, ortak
refahı ilk sıraya koydu.
Beatrice ne yaptığını biliyordu: "Beni kazanan
akıldı, aşk değil." Kocasına, bir amaç için eşleştiklerini açıkça
belirtmişti: "Evlendiğim tek şey zekân."
Ancak, bir görev açlığıyla birleşmiş olsalar da,
yazışmaları arkadaşlıklarının bir aşk evliliğine dönüştüğünü
gösteriyordu. Beatrice'in 1890'daki "Seni sevmiyorum" beyanı, bir yıl
içinde "Seni seviyorum—ama işimi daha çok seviyorum" itirafına
dönüşmüştü. Sidney de bu duyguyu yansıtıyordu: "İşimizi ve görevimizi
daha çok sevmeseydik, birbirimizi bu kadar iyi sevemezdik." Yarım
asırlık birlikteliklerinin tamamında güçlü bir duygu bağı vardı. Beatrice,
kendini "Sidney'in gücüne", "onun sevgisine ve 'işleri
yoluna koyma' konusundaki rakipsiz kapasitesine" "tamamen
bağımlı" görüyordu. Yaşlılığında, bu evliliğin "kusursuz bir
evlilik" olduğuna karar verecekti.
Davanın harareti içinde çocuklar için zaman yoktu.
Çocuksuzluk bir fedakarlıktı, ancak Beatrice bunu zamanını ve enerjisini
sosyalizme ayırmak için yapmaya istekliydi. Entelektüel kadınlar, annelikten
vazgeçerek "doğalarının tüm amaçlarını" engellediklerini
biliyordu. Ancak toplumsal reformun kendisi de "anne sevgisinin"
bir yayılımıydı. Bakıcı olarak kadınlar, doğal eğilimleri gereği sosyalistti.
Ortak Bir Çaba: Tek Bir Zihin
Webb ve Webb bir ekipti. "Birinin nerede bitip
diğerinin nerede başladığını asla bilemezsiniz," deniyordu. Çoğul bir
isimdi Webbler. Onların adı altında çıkan her şey, "birleşik
düşüncelerinin" somutlaşmış haliydi. Top, "sonuç her iki zihni de
tamamen ve kesin olarak tatmin edene kadar" birbirine paslanırdı. Birlikte
çalışmak, "ebedi bir seminer," "sonsuz bir
balayıydı."
Onlar, "düşünce ve eylemde tam uyum"
içinde birleşmişlerdi; bu entelektüel komünizmdi. Birbirlerinden ödünç aldılar,
birbirlerini teşvik ettiler ve kararlılıklarını pekiştirdiler.
Gevşek bir iş bölümü vardı: Beatrice, "ben
araştırmacıyım, o ise icracı." Beatrice'in saha çalışmasında
karşılaştırmalı bir avantajı varken, Sidney'in analiz ve sentezde vardı.
Sidney'in mükemmelliği "son dokunuşta" yatarken, kendisininki "ön
çerçevede" idi. Beatrice, tuhaf bir şekilde Victoria dönemine ait bir
saygıyla, sakallı takım arkadaşının "baskın ortak" olmaya "Erkek
ve Kadının göreceli saygınlığına uygun olarak" daha uygun olduğunu
düşünüyordu. Ama gerçek şuydu ki, Webbler birlikte çalıştılar ve bir bütün
olarak yayın yaptılar.
Sidney'in dediği gibi: "Yeterince bütünleşmiş
bir ilişkiye yerleştirilen bir ve bir, iki değil, on bir ederdi."
Hatta daha fazlası. Onlar, toplumu yeniden inşa etmek için bir araya gelmiş tek
bir zihindi.
Yorumlar
Yorum Gönder